Borusan’ın Gemlik’teki üretim tesisini ABD’ye taşıma kararı almasının arkasındaki nedenler ne?

Borusan’ın üretim tesisini taşıma kararı akıllarda soru işareti oluşturdu. BirGün yazarı Ozan Gündoğdu Borusan’ın aldığı kararla ilgili Borusan niye gidiyor? Başlıklı yazı kaleme aldı.

Gündoğdu’nun yazısının tamamı şu şekilde:

“Borusan’ın kararı ‘yeşil dönüşüm’ konusunda Türkiye ekonomisine bir uyarı niteliğinde.

Piyasalar, aralık ayının başında kendini hissettiren yabancı sermaye girişiyle iyimser bir rüzgar yakaladı. 1-8 Aralık haftasında, hisse senedi piyasasına 562 milyon dolar, tahvil piyasasına ise 891 milyon dolar olmak üzere toplamda yaklaşık 1,5 milyar dolarlık sermaye girişi yaşandı. Fakat tam bu haberin etkisi yayılıyordu ki, bu sefer Borusan’dan Kamuyu Aydınlatma Platformu’na yapılan bir “özel durum bildirimi” gündeme düştü. Şirketin 18 Aralık’ta yayımladığı bildirime göre Borusan Holding, Gemlik Büyük Çaplı Boru Üretim Tesisi’ni ABD’ye taşıma kararı aldı. Taşınamayan makine ve teçhizat ile fabrikaya ait taşınmazların da satılacağını duyurdu. Bildirime göre şirket, nisan ayında ABD’de Berg Pipe adında bir şirketi satın almış, Gemlik’teki operasyonlarını da bu şirket üzerinden ABD’ye taşıyacakmış. Özetle, Borusan Gemlik’teki fabrikayı söküp ABD’ye taşıyor. Geriye ne kalırsa da satıyor. Borusan’ın bu proje için ABD’de 150 milyon dolarlık yatırım yaptığı da basına yansıyan haberlerden…

Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşlarından birinden bahsediyoruz. Borusan Holding’in tamamı değil, holdinge ait şirketlerden yalnızca biri olan Borusan Mannesman Boru Sanayi ve Ticaret AŞ, üretimden satışlara göre Türkiye’nin en büyük 57’nci ihracata göre Türkiye’nin en büyük 30’uncu sanayi kuruluşu. 2022 ihracatı 504 milyon dolar.

Peki neden? İhracatçıya verilen onca desteğe, sanayiye verilen onca teşviğe rağmen Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşlarından biri neden Türkiye’den gidiyor? Bu soruya, her şeyin kapalı kapılar ardında döndüğü böyle bir düzende layıkıyla cevap verebilmek zor ama şirketin KAP’a yaptığı bildirim üzerinden sonuç çıkarmak mümkün. Bildirimde deniyor ki;

“(…) Büyük çaplı borularda Türkiye ve yakın coğrafyalardaki arz fazlası, yurt dışı pazarlarda giderek güçlenen korumacılık politikaları ve yine yakın/orta vadede yürürlüğe girebilecek sınırda karbon vergisi gibi düzenlemelerin uluslararası rekabeti daha da kısıtlayıcı hale getireceğine dair beklentiler sebebiyle (…) ”

Konuya yabancı olanlar için bu gerekçeler tatmin edici olmayabilir. Fakat şirketin açıklamasındaki detaylar, Türkiye’nin geleceğine ilişkin fikir verecek nitelikte. Bu detayları anlamak için 7 ay kadar geriye gitmekte fayda var.

SINIRDA KARBON DÜZENLEME MEKANİZMASI

Tarih 16 Mayıs 2023… Türkiye iki turlu seçimin ilk turunu geride bırakmış ve tümüyle ikinci tura odaklanmış durumda. O gün “Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması” adlı düzenlemeyi de içeren tüzük, Avrupa Birliği Resmi Gazetesi’nde yayımlandı. Kısa adıyla SKDM denilen bu düzenlemeye göre AB ülkeleri, ithal edecekleri ürünlerin içerdiği karbon emisyonuna bakacak, emisyon değerlerine göre üründen ilave vergi alınacak. Böylece karbon emisyon oranı düşük olan ürünler AB pazarına daha ucuz, emisyon oranı yüksek ürünler daha pahalı girecek. Haliyle karbon emisyon oranını düşürmeyen işletmeler AB pazarından elenecekler. Peki ne zamandan itibaren başlayacak bu karbon vergisi düzenlemesi? 1 Ocak 2026’dan itibaren. O süreye kadar şirketler eğer AB pazarına girmek istiyorlarsa dönüşümlerini tamamlamak ve ülkeler de karbon emisyon ölçüm sistemlerini kurmak zorunda.

Türkiye kamuoyu 16 Mayıs’ta yürürlüğe giren SKDM düzenlemesinin önemini seçim gündemi nedeniyle farkına varamadı. Hoş, seçim olmasa da ülke kamuoyu dünyaya gözlerini kapamış durumda. Fakat konunun önemini veriler ortaya koyuyor. Türkiye, toplam ihracatının yüzde 40’ını AB ülkelerine gerçekleştiriyor. 2022 yılında Türkiye’den AB’ye ihraç edilen mal ve hizmetlerin toplam büyüklüğü 103 milyar dolar. Eğer karbon emisyon oranı düşürülemezse ve Türkiye’nin rakibi pozisyondaki ülkeler bu alanda daha yüksek performans gösterirse, Türkiye’nin bu dev pazarda tutunabilme şansı yok. Zaten dış açık gibi kronik bir sorun nedeniyle krizlere sürüklenen Türkiye ihracatının bu şekilde darbe yeme olasılığı bile tüyler ürpertici.

O halde iki yol var. Birincisi “yeşil dönüşüm” denilen bu süreci tamamlamak adına gaza basmak ya da AB pazarının yerine yeni pazarlar aramak. Türkiye’nin yolu, ikinciye daha yakın. Zira, kömürlü termik santrallara teşvik verilmeye devam ediliyor. Dönüşüm için gereken vizyon esnaf irisi KOBİ sahiplerinde yok. Vizyon olsa finansman yeterli değil. Organize Sanayi Bölgeleri’nde atölye ölçeğindeki üretimlerde yeşil dönüşümün hayalini kuran bile yok.

YEŞİL DÖNÜŞÜMÜN HEDEFİ ÇELİK

İşte bu çerçevede, çelik sektörü, “Avrupa Yeşil Mutabakatı”nın hedef aldığı sektörlerin başında geliyor. Çeliği hangi enerjiyle ürettiğiniz, çeliği üretirken yenilenebilir enerjiden mi yoksa kömürlü termik santrallarden mi faydalanıp faydalanmadığınız, ithal girdileri nereden temin ettiğiniz, temin ederken ne kadar petrol tükettiğiniz, sadece şirketinizin değil, tedarikçilerinizin bu dönüşümü ne oranda başardığı ve çok daha fazlası yeşil dönüşümde önem arz ediyor. Yani, sadece şirketin elinden geleni yapması yetmiyor, tedarikçilerin ve enerji politikasının da dönüşmesi elzem. Dolayısıyla ülke çapında bir politik tutuma ihtiyaç var. Fakat konuyu yakından takip eden hemen hemen tüm uzmanlar, Türkiye’nin yeşil dönüşümde son derece yavaş kaldığını söylüyor. Ve bu yavaşlık en çok çelik sektörünü tehdit ediyor.

Çelik deyip geçmemek gerekir. Dünya’da hem nitelik olarak hem de coğrafi olarak değişen üretim yapısının sembol sektöründen bahsediyoruz. Sektörün pek çok ürünü için ihtiyaç duyduğu teknoloji 20’nci yüzyıl standartlarında. Avrupa, çelik gibi üretimi için 20’nci yüzyıl teknolojileri gerektiren ürünleri, Türkiye gibi düşük teknolojili sanayi ülkelerinden ithal etmeyi tercih ediyor. Üstelik çevre düzenlemeleri de Türkiye’de çok daha uygun. Asbestli gemiler, tershanelerde sökülebiliyor, çeliği eritecek kömür madenlerine teşvik verilmeye devam ediliyor. AB ise bunları yapmak yerine, çeliği ithal etmeyi tercih ediyor. Böylece AB, çelik talebiyle Türkiye’deki sektörü sürekli büyütüyor. Türkiye’nin çelik ihracatında AB’nin payı 2010-2016 arasında yüzde 16’yken, 2017-2020 arasında bu oran yüzde 25’e yükseliyor. Pandemide çelik sektörü daha da büyüyor ve çelik ihracatında AB’nin payı yüzde 40’a dayanıyor. Böylece AB, çelik sektörü için giderek daha büyük bir önem arz ediyor.

İşte Borusan diyor ki, son 10 yıldır Avrupa, çelik üretimini Türkiye gibi ülkelere bıraktı ve bu ülkelerde çelik arz fazlası oluştu. Sektör plansızca büyüdü ve artık geleceği öngörmek çok zor. Zira, aynı Avrupa 1 Ocak 2026’dan itibaren sınırda karbon vergisi uygulamaya başlayacak. Fakat Türkiye’nin sistemi karbon emisyon oranlarını düşürme konusunda başarılı değil. Üstelik, Türkiye’nin takip ettiği planlı bir karbonsuzlaşma patikası da yok.

Borusan belli ki, “yol yakınken yol alayım” demiş. Bu haliyle Borusan’ın Gemlik Tesisleri’nin ABD’ye taşınması, yeşil dönüşüm konusunda Türkiye ekonomisine bir uyarı niteliğinde. Fakat ne bu uyarıya kulak asacak bir iktidar ne de bu uyarıyı önemseyecek bir kamuoyu var. İktidar cephesinden gelen ilk tepkiler ise “giderlerse gitsinler” çizgisinde…”

patronlardunyasi.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir